19 Nisan 2006

YASANMIS BIR OYKU


(Bu yasanmis oykuyu aktaran, sayin Dr. Omer Musoglu 85 yasindadir ve halen Istanbul Moda`da oturmaktadir.)

1957 yilinda Istanbul Tip Fakultesi`nden mezun olup ihtisas yapmak uzere ABD`ye gitmistim. Gorev yaptigim hastahanede basimdan geçen ilginç bir hadiseyi soyledir:
Amerika`ya gittigim ilk yillar... New York`da Medical Center Hospital`da gorev almistim. Fakat vazifem kan almak, kan vermek, serum takmak, elektrokardiyografi çekmek gibi isler... Yeni gelmis doktorlar hemen dogrudan hasta muayenesine, tedavisine verilmiyor. Diger zamanlarda da laboratuvarda çalisiyorum. Bir hastaya gittim. Yaslica bir adam, tahminen yetmis bes yaslarinda.

'kan verecegim kolunuzu açar misiniz?'dedim. Adamcagiz kanserdi ve ayni zamanda kansizdi. Kolunu açtim, baktim pazusunda Turk bayragi dovmesi var. Çok ilgimi çekti, kendisine sormadan edemedim:

'Siz Turk musunuz?' Kaslarini yukariya kaldirarak 'hayir' manasina bir isaret yapti. Ama ben hala merak ediyorum.

'Peki bu kolunuzdaki Turk bayragi nedir?' 'Aldirma oylesine bir sey iste.' dedi. Ben yine israrla: 'Fakat benim için bu çok onemli, çunku bu benim milletimin bayragi, benim bayragim...'

Bu soz uzerine gozlerini açti. Derin derin yuzume bakti ve mırıltı halinde sordu: 'Siz Turk musunuz?'

'Evet Turk`um. ' Ihtiyar gozlerime tanidik bir goz ariyor gibi bakti. Anlatmaya basladi:

'Yil 1915. Çanakkale diye bir yer var Turkiye`de. Orada savasmak uzere butun Hiristiyan devletlerden asker topluyorlardi. Ben, Avustralya Anzaklarindandim. Ingilizler bizi toplayip dediler ki:

'Barbar Turkler Hiristiyan dunyasini yakip yikacaklar. Butun dunya o barbarlara karsi cephe açmis durumda. Birlik olup uzerlerine gidecegiz. Bu savas çok onemlidir.'

Biz de inandik sozlerine ve savasmak isteyenler arasina katildik. Beynimizi yikayan Ingilizler Turklere karsi topladigi askerlerin tamamini Çanakkale`ye sevk ediyormus. Bizi gemilere doldurup Misir`a getirdiler, orada birkaç ay talim gorduk, sonra da bizi alip Çanakkale`ye getirdiler.

Savasin siddetini ben ilk orada gordum. Oyle ki denize dusen gulleler sulari metrelerce yukari fiskirtiyor, gokyuzunde havai fisekler geceyi gunduze çeviriyordu.

Her taarruzda bizden de Turklerden de yuzlerce insan hayatinin baharinda can veriyordu. Fakat biz hepimiz Turklerdeki gayret ve cesareti gordukçe sasiriyorduk. Teknolojik yonden çok çok ustun oldugumuz gibi sayi bakimindan da fazlaydik. Peki onlara bu cesaret ve kuvveti veren sey neydi?

Ilk baslarda zannediyordum ki Ingilizlerin bize anlattigi gibi Turkler barbarliktan boyle saldiriyorlar: Meger bu barbarliktan degil yureklerindeki vatan sevgisinden kaynaklaniyormus..

Biz karaya çiktik. Taarruz edecegiz, bizi puskurtuyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz, bizi yine puskurtuyorlar. Tekrar taarruz ediyoruz... Derken boyle bir taarruzda basimdan yedigim bir dipçik darbesiyle kendimden geçmisim. Gozlerimi açtigimda kendimi yabanci insanlarin arasinda buldum.

Nasil korktugumu anlatamam. Ingilizler bize Turkleri barbar, vahsi kimseler olarak tanitti ya...
Ama dikkat ettim, bana hiç de ofkeli bakmiyorlar, yaralarimi sarmislar. Iyice kendime gelince bu defa çantalarinda bulunan yiyeceklerinden ikram ettiler bana. Iyi biliyorum ki onlarin yiyecekleri çok çok azdi. Bu haldeyken bile kendileri yemeyip bana ikram ediyorlardi. Sok oldum dogrusu. Dedim ki kendi kendime: 'Bu adamlar isteseler beni su anda oldururler ama oldurmuyorlar, beni doyuruyorlar.

Veyahut isteseler onceden oldurebilirlerdi. Halbuki beni cephenin gerisine goturduler.' Biz esirlere misafir gibi davraniyorlardi.

Bu duygularla `Yaziklar olsun bana` dedim. Boyle asil insanlarla ben niye savasiyorum, niye savasmaya gelmisim?

Bu Ingiliz milleti ne yalanciymis, ne kadar Turk dusmaniymis` diyerek pisman oldum.

Ama bu pismanligim fayda etmiyor ki... Bu iyilige karsi ne yapsam diye dusundum durdum gunlerce. Nihayet bizi serbest biraktilar.

Memleketime dondum. Iste memlekette Turk milletini omur boyu unutmamak için koluma bu Turk bayragi dovmesini yaptirdim.

Bu bayragin esrari bu iste.' Benim gozlerim dolu dolu ihtiyara bakarken o devam etti: 'Talihin cilvesine bakin ki o zaman olmek uzereyken yaralarimi iyilestirerek sihhate kavusmama çaba sarfeden Turklerdi. Simdi de Amerika gibi bir yerde yillar sonra yine iyilestirmeye çaba sarfeden bir Turk... Ne garip degil mi? Avustralya`dan Amerika`ya gelirken bir Turkle boyle karsilasacagimi hiç tahmin etmezdim. Siz Turkler gerçekten çok merhametli insanlarsiniz. Bizi hep kandirmislar, buna butun kalbimle inaniyorum.' Bu sozlerin ardindan nemli gozlerle 'Bana adinizi soyler misiniz?'dedi.

'Omer' cevabini verdim. Merakla tekrar sordu: 'Peki niçin Omer ismini vermisler sana?' Babam Muslumanlarin ikinci halifesinin isminden ilham alarak bana Omer adini vermis. Senin adin Musluman adi mi?

Ben, 'Evet, Musluman adi.' deyince yuzume bakti, dogrulmak istedi. Onun yatakta oturmasina yardim ettim. Gozleri dolu doluydu. Yuzume bakarak dedi ki: 'Senin adin guzelmis. Benim adim simdiye kadar Josef Miller` simdiden sonra 'Anzakli Omer' olsun.'

'Olsun' dedim. Peki hekim beni Musluman eder misin? Musluman olmak zor mu?

Sasirdim, nasil da birdenbire Musluman olmaya karar vermisti? Meger o bunu hep dusunuyormus da kimseyle konusup soramadigi için gerçeklestirememis. 'Tabii' dedim.

'Musluman olmak çok kolay.' Sonra kendisine imanin ve Islam`in sartlarini anlattim, kabul etti. Hem kelime-i sehadet getiriyor, hem de agliyordu. Mirildandi:

'Siz Muslumanlar tesbih çekersiniz, bana da bir tesbih bulsan da ben de yattigim yerden tesbih çekerek Tanri`yi ansam olur mu?'

Bu sozden de anladim ki dedelerimiz savas esnasinda Tanri`yi zikretmeyi ihmal etmiyormus. Sonrasinda bir tesbih bularak kendisine getirdim.

Hasta yataginda tesbih çekiyor, biz de tedavisiyle ilgileniyorduk. Bir gun yanina gittigimde samimi bir sekilde rica etti: 'Beni yalniz birakma olur mu?'

-Ne gibi Omer amca?
-Ara sira gel de bana Islam`i anlat! Sen çok guzel seylerden bahsediyorsun. O sozleri duydukça kalbim ferahliyor.

O gunden sonra her gun yanina gittim, bildigim kadariyla dinimizi anlattim. Fakat gunden gune eriyip tukeniyordu. Kaç gun geçti tam hatirlamiyorum, hastanenin genel hoparlorunden bir anons duydum: 'Doktor Omer, lutfen, 217 numarali odaya gelin!'

Hemen yukari çiktim. Omer amcanin odasina vardigimda gordugum manzara aynen soyleydi: Sag elinde tesbih, açik duran sol kolunun pazusunda dovme Turk bayragi, gogsunde imaniyla koskoca Anzakli Omer son anlarini yasiyordu.

Hemen basucuna oturdum, kendisine kelime-i sehadet soylettim, o sekilde kucagimda ruhunu teslim etti... Ne yalan soyleyeyim agladim, agladim...

(Nakleden: KKTC Kurucu Cumhurbaskani Rauf DENKTAS, Yenicag Gazetesi)


01.08.2005

14 Nisan 2006

Saçmala Bazen

ALACAĞI OLMASIN SENDEN HAYATIN!!

Sıcak karlar yağsın kirpiklerine bahar aylarında. Umut bağla, bahar çiçeklerinin güneş rengi kokularına. Umudu yerlere serme, kokla çiçeğini bulduğun yerde. Dudaklarında takılı kalsın en güzel aşk şiirlerinin son mısraları. Tangoları mırıldan, geçip gidecek hayata inat.Eğme başını önüne, gözlerinden eksik etme gülümseyen bahar bakışlarını. Yüzünde yer verme kedere, üstüne üstüne yürü hüznün. Bırak duygularını, hüznünü savurduğun dizginsiz rüzgarlara, korkmadan.

Ölüm, nasıl olsa çalacak kapını bir gün. O zaman hayatın karşısında eğilmek niye? Aşk tanrıçalarının elinden içmek varken aşk şarabını kanakana, aşktan kaçıp saklanmak niye?

Sevişmelerini ayinleştir. Dağ çiçeklerine söylenen şarkılarla karşıla yeni günü. Seni ciddiye almayan hayatı sen de ciddiye alma, geç dalganı inceden. Büyük zannettiğin dertlerin Aslında küçük olduğunu öğretir sana zaman.

Aldırma onun bunun ne dediğine, herkes hayata kendi gözlükleriyle bakar..

Senden korktukları için, seni kıskandıkları için saldırırlar sana, başka bir nedeni yok. Siperlerde çürütme kendini sakın, dövüşmek için er meydanını seç.

Ölüm istenmeyen, ölüm kahpedir elbette ama şerefle gidilecekse ölüme, onunda aziz bir yanı olur. O kadar da korkma ölümden. Bir karanfil bulunsun masanda her gün. Kokla onu gün boyu, ay yüzlü sevgiliyi koklar gibi.

İnsanları olduğu gibi gör. Katilin bile yüreğinin derinliklerinde insani bir yan olabileceğini unutma. Şiiri sev, sev ki hayatını şiir gibi yaşama isteği uyansın beyninde.

Takma dertlerini bu kadar kafana. Her yeni doğan günün taze bir başlangıç olduğunu unutma. Zaman her şeyi düzene koyar. En büyük doktordur zaman, acılarını ancak o unutturur, üzülme, güven zamanın büyüklüğüne.

Kılı kırk yarmaya kalkma sakın, ilk adımını atarken. Hata yapma hakkını kendine tanı, korkma. Saçmala bazen, boşalt yüreğine doldurduğun acı veren ağırlıkları. Özgür ol, insan ol, borçlu kalma şu iki günlük dünyaya….

Yazarı Bilinmiyor..



09 Nisan 2006

MUTLULUK NEDİR BİLİR MİSİN?


Mutluluk nedir bilir misin?

Durakta işe giderken, daha önce hiç görmediğin yaşlı bir karı kocanın sana gülümsemesi..konuşması..ve arkandan dua etmesi...
Nasıl bir duygudur bileniniz var mı?

Yardıma ihtiyacı olan çaresiz kalmış bir insana yardım ettin mi şu hayatında?
Sana teşekkürü sadece dolu gözlerle bakarak etti mi hiç?
Peki bunun sana vermiş olduğu mutluluğu ne ile ölçebilirsin?

Ya oturduğu yerden gülümseyerek bakan bir çocuğa çantandaki bir kutu sakızı verdiğinde...
Alabilir miyim anneciğim diyerek annesine..
Senin elindeki sakız kutusunu alması..
Sonra yüzündeki kocaman gülümseme ile elindeki çiçeklerin yarısını seninle paylaşması..
Halbu ki sen karşılıksız yapmıştın..Sadece bir gülümseme için..

Mutluluk nedir bilir misiniz? Hayatta ki yaptığın ve yapacağın şeyleri karşılık beklemeden yapmak..Yardıma ihtiyacı olan kişilere yardım eli uzatmak -aman bana ne demeden-..İnsanlara bir güler yüzü çok görmemek..Zaten bütün güzellikler bir tebessümden sonra gelmez mi?Bunu karşındakine çok görme!..

Mutlu yarınlar dilerim..

06 Nisan 2006

...BEKLE BENİ...

Hayat akıp gidiyor avuçlarımın arasından...
Dur diyorum bekle beni..
Doya doya yaşayim seni..
Kırma beni..
İncitme beni..
Acıtma kalbimi..

Çok seviyorum seni..
Ama yaşayamıyorum ki istediğim gibi..
Çok güzelsin..Ama acı yanların da yok değil..
Varsın olsun..Çok acı olmadıktan sonra yaşanırsın be hayat..

Biraz daha bekle beni...
Ne çabuk akıp gidiyorsun..

01 Nisan 2006

......///......

Kalbinin sesi mi?
Yoksa yoksa..
Beynin mi?

Kalbim yumuşak bakıyor her bir şeye..
Beynim daha acımasız..
Kalbim bir şey olmaz..Devam et..Mutlu ol diyor..
Beynim ise mantıklı düşün..OLMAZ diyor..

Bu nokta da kalbim kırılıyor..Acı çekiyor..
Beynim ise huzurlu..

Bunun bir ortası var mı?